Fotoğraf çok yakında buraya eklenecek...

EKRU YELEKLİ BİR DEVRİMCİ: ASIM GÜLTEKİN

Bazı vefatlar fazlasıyla ölümdür ya da ölümden fazlasıdır. Asım Gültekin’in vefatı böyledir. Uzaktan akrabamdı. Vefat haberini sosyal ağların ilk benden duyacağı aklıma bile gelmezdi. Duyulmuştur sanıyordum. Durumu paylaştığımda tepkiler oldu. Özelden, böyle şaka yapılmaz diye yazanlar oldu. AA durumu teyit amaçlı arayınca anladım ki kimsenin haberi yok. Kendisiyle iletişimim çok sıkı olmasa da buluştuğumuzda derin görüşürdük. En son bir ay önce uzun bir telefon görüşmesi yapmıştık. Bizim kitapların “Toplu hikâyeler” adı altında bir arada yayımlanması ile ilgili bir çalışması olduğunu vefatından sonra eleştirmen Mehmet Erdoğan’dan öğrendim.

Burada Asım’ın biyografisini verecek değilim. O bilgiye her taraftan ulaşılabilir. Asım’ın biyografisinde altı çizilmesi gereken taraflar var. Herkesin müttefik olduğu üç temel husus; ruhlara nüfuz etme becerisi, seçkin bir eğitimci ve eylem adamı oluşudur. Mus’ab B. Ümeyr idi rehberi. Onun için yeryüzü okuldu. Her kesimden insanın ilgi alanına girmeyi başaran, insanlarla çabucak ünsiyet kurabilen renkli bir kişilik ve “nevişahsınamünhasır” bir insandı. Devrimci bir yapısı vardı. Nuri Pakdil, Rasim Özdenören ve Sezai Karakoç sevgisini buraya bağlıyorum bendeniz. Radyoculuktan tiyatroya, şehircilikten (Üsküdar’ı çok severdi) mizaha kadar birçok alana ilgisi vardı. Mütecessis bir insandı. Gittiği her yere, karşılaştığı her kişiye ulaştıracağı “beyaz haberleri” olurdu.

Üçü kız, sekiz kardeş idiler. Babaları, döneminde kıt kanaat yaşayan, son derece sessiz, biraz içine kapanık ve yapayalnız görünen bir adamdı. Asım’ın dünyaya gelmesine daha vardı. Ücret karşılığı çocukları bisiklete bindirirdi. Bir sürü bisikleti var, ne zengin adam diye düşünürdüm. O bisikletlerden birine binmeyi hayal eder fakat sürmeyi bilmemenin hüznüyle içim eriyerek sadece bakardım uzaktan. Denemeyi düşünmedim değil; fakat kendisinden yüz bulamadım ve yaklaşamadım. Müşterisi çocuklar olmasına rağmen onlarla yakın ünsiyet kuramazdı. Yapısı buydu. Kardeşleri de kendisi gibi son derece uysal ve içe dönük idiler; fakat Asım’ın uysallığının altında kardeşlerinin tam tersi istikamette, atak ve enerji dolu, çok farklı bir kişilik vardı. Ağırbaşlı ve mütevazı görüntüsünün arkasında coşkulu, hiperaktif bir ruh saklıydı. Kendisindeki kabiliyetleri en iyi şekilde kullanarak taşra ezikliğini aşmak ve varoluşunu gerçekleştirmek istiyordu sanki. Asım’ın hayatı bize göre bir varoluş mücadelesidir. Bir yandan geldiği koşulları aşarak kendisini var ederken diğer yandan Batılılaşma sürecinden sonra varlık problemleri yaşayan içinde bulunduğu çevrenin varlık mücadelesine de katkı sunma çabası içinde idi. Kendi varoluşunu en üst düzeyde gerçekleştirdi. Mehmet Akif’in, Sezai Karakoç ve Necip Fazıl’ın, Rasim Özdenören’in farklı yönlerden imar etmeye çalıştıkları Müslümanın var olması çabalarını o kendi meşrebine uygun bir düzlemde sürdürdü.

Kendisindeki potansiyelin ortaya çıkarılmasına okuduğu mektebin, (Kartal Anadolu İmam-Hatip Lisesi) önemli bir katkı sunduğunu düşünüyorum. İç coşkusu yüksekti. Bir şeyi faaliyete geçirmekten olağanüstü haz alıyordu. Eylem adamıydı. Her yere koşmak istiyor ve iyi gitmeyen her şeye el atıp onu düzeltmek, ulaşabildiği bir çatıyı çatmak istiyordu. (Bu hâli Mustafa Miyasoğlu’nda da görmüştüm. Asım’ın telefonda uzun konuşma özelliği de onun gibiydi) Yapılacak işlere ömrünün yetmeyeceğini hissediyor olmalı ki acelesi vardı. Bir şeyler, el atılmazsa bir afetle kaybolacaktı sanki. Kurtarılması gerekenler vardı ve onları kurtarmak için oradan oraya koşuyordu. Grup veya dernek kurma, örgütleme ve organize etme konusunda üzerine yoktu. Daha ilkokul 3’üncü sınıfta iken “sahte kahramanlara inanmama” temalı bir grup kurmuş, Biat adlı bir okul dergisi çıkarmıştı. Bu çalışma yıllar sonra çıkaracağı Kitap Postası ve Cafcaf dergilerinin de habercisiydi. Mizah Derneği’nin ve TÜRDEB’in (Türkiye Dergiler Birliği) kurucusu, Sade Hayat ve Yedihilal Derneklerinin ise yönetiminde idi. Kitapları, okumayan kalabalıklarla buluşturma düşüncesi ta çocukluğunda vardı. Yıllar önce, ortaokul öğrencisiyken bizim ilçede, bugün kitap fuarı diyebileceğimiz bir etkinlik gerçekleştirmişti. O çalışma, yıllar sonra profesyonel girişimlere götürecekti onu. İstanbul’da önce ulusal, sonra uluslararası dergi fuarı düzenlemek öyle kolay bir iş değildir. Gençleri teşvik ederek 40’ın üzerinde derginin çıkarılmasına katkı sunmuştu. Asım’ın bu dergi tutkusu ayrı bir inceleme konusudur.
Cahit Zarifoğlu’nun gençlerle ilgisinin mirasçısı gibiydi. Dertliydi ve muhatabı dertliler ve gençler idi. Onun için en yakışan ifadenin “dava delisi” olduğunu düşünüyorum. İki kelam edebileceği gençlere önce okumayı salık verirdi. Çantasında mutlaka gençlere vermek üzere birkaç kitap ve dergi bulunurdu. Okul okul dolaşıyor kabiliyetleri tespit ediyor, onlara okuma grubu oluşturmak dergi çıkarmak gibi görevler veriyordu. Kendisi de onca iş arasında zemin metinleri (Yunus Emre Divanı, Mesnevi, Safahat, Muhammediye vb) gençlerle buluşturmaya yönelik okuma etkinlikleri düzenliyordu. Gençlerin Sezai Karakoç, Nuri Pakdil ve Rasim Özdenören’i keşfetmeleri için olağanüstü bir çaba sarf ediyordu. Asım Gültekin, Mehmet Akif’in model nesli Asım’ın ta kendisiydi. Seyahat düşkünüydü. Birçok ülkeyi dolaşmıştı. Keşfetmeyi severdi. Son zamanlarda Amasyalı ünlü hattat Şeyh Hamdullah’ın bizim ilçeye 7 km ötedeki Çaydibi köyünde (köyün eski adı olan Haddadî isminden hareketle) doğduğunu belirlemişti. Öte yandan, yine Taşova’nın Esençay köyünde doğan ünlü bilgin, Şeyhülislam Kemal Paşazade anısına ilçede İbn-i Kemal Kültür Merkezi kurulması için bir çalışma başlatmıştı.[1] Bu amaçla Yusuf Turan Günaydın’ın da içinde bulunduğu bir Watsap grubu kurmuştu. Ayrıca Zarifoğlu’nun kitaplarında yer almayan bir şirini bulmuştu ve seslendirmişti. O şiiri besteleyecek birini arıyordu.

Asım’ı seven her bir insan, onda bulduğu bir tarafa tutunmuştur kuşkusuz. Ben onun kelime kuyumculuğu ile ilgileniyordum. Dil Evi Etimoloji Topluluğu başkanıydı. Yaklaşık 300 sözlüğe sahip olduğunu biliyoruz. Bir gazetede kelime kökleri üzerine yazılar yazıyordu. (Sonradan bu çalışması Birden Bine- Türkçede Sayıların Kökeni Üzerine Denemeler adıyla kitaplaştı.) Türkçede bulunmayan (muhtemelen etimolojik) bir sözlük yazmayı düşünüyordu. Bu konuda çalışma yapanlarla dirsek teması halindeydi. Mesela dil üzerine kuram sahibi olan ve ciddi çalışmaları bulunan Türkçenin Ruhu (Bensenoğ) müellifi Hüseyin Rahmi Göktaş ile iletişimi vardı.[2] Asım’ın Göktaş’tan başka eski Türkçeyle ilgili kazı çalışmaları yapan Şinasi Tekin ve Mustafa S. Kaçalin’i, kelimeler üzerinde çalışan Erhan Sanater ve kök-ses-ek ilişkileri üzerine çalışan Emine Gürsoy Naskali’yi; Batı’dan L. Wittgenstein, F. Saussure ve Noam Chomisky’yi de yakından takip ettiğini biliyoruz. Bana göre Asım bunlardan çok; “dilin zihin şemamızı oluşturduğunu”, “insan düşüncesinin yerel dillerden etkilendiğini”, “toplumlararası farklılıkların kültürlerden değil bizzat dilden kaynaklandığını” ileri süren Edward Sapir-Benjamin Lee Whorf hattında bulunuyordu. Kendisine bizim yörede kullanılan yerel fakat öz Türkçe olan kelimeleri etimolojisine dikkat ederek derlediğimi, bu işin 30 yıl sürdüğünü söylediğimde çok heyecanlanmıştı. Bu dosyayı birlikte inceleyecektik. Ben zamandan izin alamadım o ömürden alamadı.

Asım’ın insanların ruhuna nüfuz etmede çok maharetli olduğunu, geniş bir sosyal çevresi bulunduğunu biliyordum da bu kadar şöhretli olduğunu doğrusu ben de bilmiyordum. İnsanın kadri öldükten sonra mı anlaşılıyor; yoksa ardından yükselen sesler “simülakr” bir ses miydi? Şu bir gerçek ki bazı insanların aslında ne yaptıkları onlar aramızdan ebediyen ayrıldıktan sonra anlaşılıyor. Bu Asım için de böyle oldu. Kurduğu sosyal ilişkileri kişisel hesaplarına tahvil etmeyen bir adam gösterilecekse bu Asım olur. Kamu yararına -daha çok da “fîsebilillah”- koşturduğu işlere destek olmaları dışında yakından tanıdığı makam ve mevki sahibi kişilerden kendisi için hiçbir talepte bulunmaması özenle kaydedilmelidir. Bu, onun müstağni kişiliği ile de ilgilidir. Bizde söylemeyenin hâlini kimse sormaz, merak da etmez, bilse de dikkate almaz. Tam da burada “Asım bu kadar önemli bir insan idiyse neden sağlığında olması gereken yerde değildi?” sorusu sorulmalıdır.

Ferid Kam’ın bir beyti geldi aklıma:

Sağlığından nice ehlihünerin bir tutam tuz koymazlar aşına
Öldürüp evvel onu açlıktan sonra türbe dikerler başına

Biz Asım’ı çok sevdiğini söyleyenler, içinde neler yaşadığını söylemeyince elbette bilemezdik; ama konu bu kadar yalın değil. Afrika’ya gitmek istiyordu. Bir türlü olmadı. Bu çok mu zordu? Asım’ın kiradan kiraya durmadan ev değiştirdiğini dostları bilir. Gerçi bunda Asım’ın; kimseye benzemeyen, durduğu yerde durmayan o hiperaktif-enerji dolu özelliğinin de payı vardı. Bir yerde sürekli kalamaz, bir işi başlatıp yol aldırdıktan sonra -işinin orada bittiğini mi düşünürdü bilmiyorum- onu birilerine emanet edip başka tarafa yönelir, bir işe girse bile bir süre sonra oradan usanır başka seçenekler arardı. Talebeliği de böyleydi. O çok sevdiği Kartal AİHL’nden değil son anda okul değiştirerek Taşova İmam-Hatip Lisesinden mezun olmuştur. Bu iflah olmaz huyu onu koşturmalı bir hayatın içinde bıraktı. Özel bir okulda Edebiyat öğretmeniydi. Okuldan arttırdığı zamanları bir etkinliği organize etmek, dergilere veya gazetelerin kültür sayfalarına yazı göndermek, konferanslar, okul ve radyo programları, kitap okumaları, gezilerle değerlendiriyordu. Bir insanın kalbi bu kadar ağırlığı kaldırabilir mi?

Her insanın dışarıya yansımayan bir başka dünyası vardır. İrfan Çiftçi, Akif Emre ve Asım’ın ölümlerinin (seslendirilmeyenleri de kapsayacak şekilde) derinlemesine tahlili, ayrıca Asım’ın gerçek ‘ölüm sebebi’nin incelenmesi (bu yapılıyor) gerekiyor. İçinde bir özeleştiri barınmazsa böyle bir tahlil verimli olmaz. Mesela Zizek’in insan vücudunda meydana gelen bir problemi toplumsal yapıya uyarladığı beş aşamalı metastastan başlayarak yahut İbn-i Haldun’un devlet kuramında söz ettiği narsistleşmenin sosyo-siyasal yapıya, oradan bireydeki izdüşümüne (abartı, yadsıma, imha, değer üretememe, etik alanın önce inhitatı sonra parçalanması…), alt zeminlerde bir irdeleme iyi olur. Bu cenahın insan harcama-‘yok etme’ konusunda yetenekli olduğu biliniyor. Kendisini veya birilerini var kılmayı ötekinin ‘yok’ olmasına bağlamak bir ahlak problemidir. Bu konuda bir sitede Asım ile ilgili yazı yazan Duran Çetin’in şu cümlesine katılmamak mümkün değil: “Bizim mahallenin problemi bu; içlerinden çıkanları taktir etmekten uzak, hatta bazı kıskançlık duygularıyla görmezden gelmek gibi bir duruşları var.”[3]

Bir tarihte; “Kimse sormadı ne kadar yorgun olduğumu, herkes bende dinlenmek istedi. Yavaş yavaş delirdim, kimse fark etmedi,” notu bırakmıştı İpek Ertük (24) adlı bir kızımız giderken. İnsan ansızın ve beklenmedik bir zamanda gidiyor ve kimse fark etmiyor; çünkü ölüm davul çalarak gelmiyor çoklukla, kapınız kapalıysa bacadan giriyor ve sizi buluyor.

İyi bilirdik; ruhu şad, makamı âli olsun.


1. İbn-i Kemal’in (Kemal Paşazade, vef. 1536) Tokatlı olduğu bilinir. Bu şundan: Amasya’nın Taşova ilçesi eskiden Tokat iline bağlı idi. (Annemin nüfus kaydı hâlâ Tokat/Erbaa’dır.) Taşova 1944’te ilçe oldu ve aynı tarihte oradan ayrılarak Amasya’ya bağlandı. Ünlü bilginin Taşova’nın Esençay (eski adı Bidevi) köyünde doğduğunu ilk tespit eden ise Esençaylı tarih öğretmeni Mehmet Şahin’dir.
2. Hüseyin Rahmi Göktaş’ın dil çalışmaları takdire şayandır. Asım’ın ilgisini çeken husus; Göktaş’ın da kelime kökleri üzerine çalışıyor olması ve geliştirdiği dil kuramlarıdır. Rasim Özdenören’in “Wittgenstein’den de önemli” bulduğu Göktaş; 1. Dilin ruhu seslere ilişiktir. 2. Birincil adlar, şeylerin özlerinin harfler ve hecelerle yapılmış taklitleridir .” diye özetleyebileceğimiz kuram sahibi bir dilcidir.
3. Duran Çetin, Asım Gültekin Geçti Bu Dünyadan, dünyabizim.com. 29.7.2020