SANA ANLATACAKLARIM VAR – MUSTAFA EVERDİ
Yazı: Mustafa Everdi
(Ah Jüpiter, bizi yaratmakla ne soğuk bir şaka yapmışsın!)
“Kadın-erkek yüzlerce insan tanıdım. Bunların içinde hislerini açanların hepsi benden bedbahttı. Sıradan olmayan kadın, monstre’dur (canavar). Bedbaht olur ve bedbaht eder. Her insanda birkaç insan vardır. Hâdiselere, sosyal çevreye, karşındakine göre birisi şekillenir, ötekiler müsvedde kalır; solar ve kurur. Birisi için melaikedir, birisi için şeytandır aynı insan. Karşımızdaki şekillendirir bizi.”
C. Meriç
Sevda Deniz K. Sana Anlatacaklarım Var, 3. Öykü kitabında kendini ve Türkiye hikâye eşiğini aşıyor. Kitap “İsmim Merve” diye başlıyor. (Adım denmeliydi, soyadı olmadığına göre) Üç ayrı nesilden kadının, hastalıklı toplumun hastanesinde nihayet birbirini anlaması ve barışması ile sona eriyor. Kitap boyunca çatışan, birbirinin altını oyan kadınlar için acının büyüdüğü yer olarak dünya (cehennem) geride kalıyor ve “umudun yeşerdiği çiçekli bir bahçeye” -yani cennete- ulaşarak sona eriyor. (s.102)
Bu yükselişe uyum için Susmak, Körlük ve Kırmızı kitabın son hikâyesi olmalıydı. Aynı isimde önceki kitabındaki acı, karamsarlık, cehennem azabı son kitapta ödülüne kavuşuyor nihayet. Çünkü bu hikâye “Prensesinin elini tuttu, ardından mutlu bir halde kendisini almaya gelen gemiye bindi” (s.86) diye bitiyor. Kırmızı başlıklı kızın ninesi, kurdun karnından sağ çıkarıldı yani. Kitaptaki ilk hikâyede “dinlenilen şarkılara cehennem zebanileri eşlik” ediyordu (s.13) oysa. Gemi dişil bir metafor. Böylece kadınlığın yükselişi, mesela eril bir uçakla değil gemiyle taçlandırılıyor ki uyumlu bir farkındalık.
Sevda Deniz K. kadınlığın hikâyesini anlatıyor bu kitapta da. Hatta anaerkil çağların geriye dönüşünü haber veriyor bir yerde. Bunu “ataerkilliğin” karşıtı, erkeklerle bir rekabet bağlamında değil, kadınlık yükselişinin doğuş, gelişme ve cennete ulaşmakla, devr-i daimin tamamlanması anlamında söylüyorum.
Toplumdaki sosyal değişimin farkında yazar. Kadınların kendi olmasını engelleyen, kızların her davranışını geleneğe aykırı diye suçlu hissettiren baskılar gündemden eksik olmuyor. Üstelik bunlar o kadar doğal ve zararsız istekler olmasına rağmen, baskıcı ve ikiyüzlü toplumun suça çevirdiği davranışlar. Batıda hiç kimse bunu dert ve sorun etmez ama değişimin hızına ayak uyduramayan toplumlarda kadınlara işkenceye dönüşen tutumlara yol açar. Zamanımıza, sorunlu insanların kâbusa çevirdiği hayatlara dair gözlemleri isabetli Sevda K.’nın.
Sakatlanan Erkekler
Elbette kitapta erkekler sorunlu. Babalar “yufka yürekli” (s.9) abilerin “bakışında hasret var gibi” (s.10) olsa da erkekler genelde hastalıklı, özürlü ve sakat. Üstelik ruhsal ve bedensel sakatlık içiçe. Kadınlara dünyayı cehennem eden erilliğin bu sakatlanması, bilinçaltında erkeklere biriken öfke, nefret ve şiddetin yansıması. Erkeklere yönelik bir şiddet yok kitapta. Yazarın önyargısı değil bu tespit, karakterlere ait düşünceler. Hayat ve zaman erkekleri sakatlayan bir sonuç getirdi. Kahramanlık çağı sona erdi artık ve büyük anlatılarla birlikte Zaloğlu Rüstem, Robin Hood, Mecnun olan erkekler, bir ah çekince dağları yıkan, kadınlarını ejderhanın elinden kurtaran erkekler döneminin sona erdiğini haber veriyor.
Suriyeli erkek çocuğun “kolu kopmuş”, “Berk’in egosu yere düşük” (s.29)”büyüklerin karşısında konservatuarda okumaya niyetlenen kızın yanında duramayan” nişanlı” (s.34) “ispiyoncu” kardeş, (s.38 ve 41)) “kambur” Oğuz (s.43) “annesini aşamadığı için karısını savunmasız bırakan koca” (s.55) “Vildan’a âşık, çirkin ve –neredeyse- ucube adam (s.71) Sarhoş ve zalim baba ( s.99)… Kendi mutlulukları için kadınları, kızları mutsuzluğa sürükleyen babalar en çirkin halleriyle hatırlanır, elbette. (s.75) Geride kalan hatıralar elem verici olaylarla dolu. Tükenişe geçen erkekler kadınlarla aradaki mesafeyi ancak şiddetle kapatabilirler. Şiddet en çok da aile içinde bir hayat tarzına dönüşüyor. Bu travmaları, başarılı bir anlatımla sezdiriyor yazar.
Hayatın ve zamanın sakatladığı, eksilttiği, büyüklere saygı, inanç, gelenek diye toplumsal zihniyetin kötürüm ettiği, kadınlarına sahip çıkamayacak kadar ezilmiş ve düşük profil erkekler bunlar. Üstelik bu erkekleri yetiştirenler, gelinlerine karşı oğullarını yanlarına çekmek için fitne ve fesadı ile mutlulukları zedeleyen kaynanalar. Hayızdan nifastan kesilenler, sağlıklı cinsel hayat yaşayan gençleri huzursuz ederek aile içi sorunlara yol açarlar. Çekirdek ailenin mutluğuna gölge düşüren, mutlu yuvaları savaş alanı kılan yaşlı cadılar. (s.55)
Kadın Yükselişi
Böyle “sakatlanan” erkeklerin karşısındaki kadınlar, zengin bir karakter çeşitliği ile resmigeçit yapıyor kitapta. Çoğu sorunlu tipler. Toplumda özgürlük ve hoşgörü olsa kişilikleri ile barışık bu kadınlar. Hatta derin kişiliklere sahipler. Ancak karşısındaki insanlara, topluma göre şekillendikleri için sorunlu tipler. Toplumdan farklı, kırmızı saçlı, inancı yara almış, ruhlarındaki yaralarla ne yapacağını bilemeyen, kariyer ve yükselme için kırkbeş yaşında hala evlenmemiş -Profesör İnci Hanım gibi- önümüze serilen toplumun her kesiminden ve değişik yaşlarda kadınlar. Dövülen, hırpalanan, yine de ayakta kalmaya çalışan kadınlar. Sadece erkekler değil, kadınlar da kadınlara hayatı zehir ediyor. Anneler kızlarına, kaynanalar gelinlerine. Özellikle farklı nesiller arasındaki gerilim ve ‘kadını kadının kurdu’ kılan çatışmalara temas ediyor kitap.
Kadınlar üç nesilde çıkıyor karşımıza. Kitabın en güzel öyküsü Büyümeden Önce İnanılan Şeylere Dair. Çocukluk elbette masumiyeti “tabula rasa”yı temsil ediyor. Ergenliğe adım atan kızın ilk aşk macerası. Çocuk safiyeti içinde kadınlığını fark etmeye başlayan, deneyimsiz olmanın şaşkınlığı içinde bocalayan kıza ilişkin anlatı çok başarılı. Karşı cinsin ayrımına, cinselliğinin farkına varmak üzere olan ergenliğin masumiyetine dair dokunuşlar. Sonra büyüdükçe nişanlı, evli, boşanmış, ileri yaşlarda hâlâ bekâr kalmakla derin düşüncelere dalan, varoluş sancılarına, toplumla uyumsuzluğa sürüklenen kadınlar. Ve nihayet yolun sonuna gelmiş, kendi mutsuzluğunu yeni nesillere bulaştırmaya çalışan yaşlılar.
Başlangıçta aciz bir içe kapanma var kadınlar açısından. Kitap boyunca üç yerde geçen “Dizlerini neredeyse çenesine değdirecek kadar karnına çekip” (s.23,54,95) içe kapanan kadınlar, erkek arkadaşıyla öpüştüğü, (s.9) üniversiteye gittiği (s.8) yaşayan ölüler şehrinde canlılık belirtisi olan aşka inandığı, (s.12) konservatuara gitmek istediği, yoldan geçen bir delikanlının istediği suyu verdiği (s.52) için suçlanan, anlayışsızlık ve duyarsızlıkla azaba sürüklenen kadınlar.
Bütün bu çıplak gerçeklere karşı “büyülü” gizemli ve gerçeküstü dokunuşlar da var kitapta. Barışın sembolü “güvercin” hastanede bir kadının başına konar. Özel ilgi ve sevgiyle büyütülen kızlar, ‘güvercin yürekli’dir. Güzel olmak ve sevgi görmek isteyen soğuk ve çirkin timsah güvercin oluverir.
Kitap kadınların fazla bir şey istemediğini de ima eder güvercinle. Biraz anlayış ve isteklerini gerçekleştirmek için kadınlara özgürlük tanıyan bir hoşgörü. Bu beklentilerle umuda kucak da açıyor. Orta yaş kadınların hikâyesi daha başat kitapta. Önceki nesiller, yaşlı kadınlar, kötülüğün, zulmün, anlayışsızlığın temsili iken, gelecek nesil “prenses” diye tanımlanmış. Üzerinde titrenen, titizlik gösterilen, iyi olması, şifa bulması için yoğun ilgiye mazhar gelecek nesil.
Toplumsal Değişim
Toplumlar değişim dönüşüm zamanlarında bocalar. Her değişim kadınlar üzerinden anlam ve değer kazanır. Geçmiş çağlarda görünmezliğe mahkûm edilen kadınlar, Madam Bovari, Anna Karenina, … ile toplumsal görünürlüğe ve bireyselliğe adım atmışlardı. Modernliğe direnen toplumlar da bundan kaçınamaz, doğal olarak çatışmalar, travmalar, hercümerç içinde sorunlar doğar elbette.
Bu yükselişin bedelleri de var tabii ki. Kariyer için evlenmeye, aşka, aile kurmaya fırsat bulamaz, insanları yüreğine almadan, sevgiyle bir dokunuşa cesaret edemeden hayata teğet geçerler. Güçlü olmak için sürekli çalışmak, yaşanabilecek güzelliklere sırtını dönmek zorundalar. Vakit kaybetmeye tahammül edemezler, her başarıya yeni başarılar eklemek için hayatı ıskalar, kendi hayatından çalar, bir maraton koşusuna katılırlar. Başarmak hırsını varoluşun tek amacı (s.65) gören bu karakterler; kadınlığını yaşamadan ölmek ihtimali içinde bocalarlar. Prof. İnci Hanımın trafik kazasında ölümü, bütün bu yoksunluklar adına kurban sayılmalarına atıftır.
Bu bakışla kitap bir geçiş hikâyesi. Geçmişle gelecek arasında bağ kurmaya, geçmişin sıkıntılarına karşılık geleceğe aydınlık, umut veren ‘yeşil’ bir umutla tutunmaya çalışıyor. Orta kuşak, kendisi ile de barışmak istiyor bir bakıma. İçlerinde hala tereddüt ve endişeler var ama “kendine yeni ve gerçek cümleler” edinen (s.79) kapalı kapılar ardındaki sırları görmeye çalışan (s.78) serçelerin ayak izlerini takip ederek ceplerine yağmur dolduran ve ardındaki bilinmezliğe bu yağmuru serpen bir yükseliş de var. (s.78)
Türkiye bu anlamda bütün dünyada olduğu gibi kadınların yükselişine şahit oluyor. Bu Pirus Zaferi karşısında aşk için, çocuk-koca-aile için çekilen acılar ne kadar soylu bir hayatın belirtileri de diyebiliriz. Anlatılacak bir hikâye doğar, bu hayatlardan. Tolstoy Anna Karenina’ya nasıl başlıyordu: “Hikâyesi olan mutsuz evliliklerdir. Mutlu evliliklerin bir hikâyesi olmaz.”
Yazmak Cesarettir
Sevda K. Madam Bovari’den bu yana aradan geçen yüzyıla rağmen insanın değişmediğini, hayatın aynı dinamikler üzerinden yürüdüğünü gösterir bize. Yazarın farkı bizi çıplak gerçeğimizle yüzleştirmek ve kadınları bir umutla yüreklendirmek için cesaretle yazıyor oluşu. Bu cesaret desteklenmek ve bireysel vehim ve içe kapanıştan, ülkeye, dünyaya doğru bir açılışa yönelmek gerekir. Kadınlar sultan ise, kızları prenses ve onları almaya gelen gemi geleceğe dair umuda imadır. Nuhun Gemisine binebilmek için yolculara düşen limana doğru yürümeyi göze almak. Recep Seyhan’ın editör olarak cesaret verici teşvikleri göz ardı edilemez.
Limana gelmek içe kapanmaktan daha kolay ve daha zordur. Cesaretle kalemi eline alıp yalın bir gerçeğe adım atmaktır, yazarlara düşen. İster gerçekçi, ister büyülü bir dille. İdraklerimize dolanan zincirleri çözüp “bir gün bir kadın” bize ışığı uyandırdı diye söze başlamalı. Virginia Wolf, Silvia Plath, Alice Walker gibi.
Kadın, aşk, cinsellik, evlilik gibi olgular tarihin ve kültürlerin ana meselesi. Sevilmek de, neredeyse tarihin üstünde, bütün zamanların sorunudur. Sana Anlatacaklarım Var, sıradışı kadınların ince şeyleri düşünmeye vakti olmayan kalabalıkların yaşadığı trajedilerine yoğunlaşıyor. Her gün karşılaştığımız ve bireyselliğin ödemek zorunda kaldığı bedellere şahit kılıyor okuyucuları.
Edebiyat, mitoloji ve masallara düşülen şerhtir bir yönüyle. Kırmızı Başlıklı Kız masalında, anne kızını ormanda ninesine yiyecek götürmeye gönderilir. Kırmızı başlık, regl olmaya, cinselliğin farkındalığına bir imadır. Orman, bilinmez ürkütücü çağrışımı ile hayatı ve geleceği temsil eder. Kurt erilliktir ve hakkından gelince (karnı deşilince) yeni bir doğumla ninenin sağ salim kurtulması ile hayat tekrar başa döner. Kitaptaki ergenlik aşkı anlatılan kız ‘kırmızı saçlı’dır. Ve anne-kız-nine üç neslin dönüşümüne dair bir anlatı ile kitap Kırmızı Başlıklı Kız masalındaki evrenselliği yakalar. Evrensel olana ima ile sanatçı sezgisi bir araya gelince öyküde Türkiye eşiğini aşan bir seviye tutturuyor, Sana Anlatacaklarım Var. Sevda Deniz K. Üzerinde yoğunlaşmayı hakeden bir öykücü artık.