Fotoğraf çok yakında buraya eklenecek...

SORUŞTURMA (Şiar dergisi için)

ŞİAR DERGİSİ HİKÂYE SORUŞTURMASI
1- Hikâye yazarları olarak yeni bir şey mi anlatıyoruz, yeniden mi anlatıyoruz?
2- Hikâye bağlamında gerçekle-kurmacayı aynı torbaya attığımızda ana karakter hangisi olur?
3- Hikâyeciler ürkek, şairler hep cesur mu olur?
4-Bizde geç kabul gören bir anlatım türü olarak Türk hikâyesi, öykünmecilikten ne vakit vazgeçecek veya vazgeçmeli mi?
5-Bize en sevdiğiniz hikâye yazarını söyleyin, biz de size kim olduğunuzu söylemeyelim? (Bu sorunun cevapları farklı yazarlarla değiştirilerek paylaşılacaktır.)

1. Yazarlar kimsenin söylemediği şeyleri ilk kez söyleyen sihirbaz ya da ehlikeramet insanlar değildirler. İbda’ إبداع yani benzersiz şekilde ve ilk defa vücuda getirme işi yalnızca Allah’a mahsustur. Buradan yola çıkarak sanatçılar için “yaratıcılar” ifadesini kullanmanın doğru olmadığını söyleyenler olmuştur. Bendeniz bu görüşte değilim. Sanatçılar, büyük Sanatkârın Hâlık (hı ile) sıfatının üzerlerinde tecelli ettiği insanlardır ve onlar da yaratırlar. Buna başka vesileyle değinmiştim oraya havale ederek şunu diyelim: Biz hikâye veya roman yazanlar el değmemiş, kimsenin düşünmediği bakir alanlarda dolaşmıyoruz.  Bizler, bir şekilde düşünülmüş, sözlü veya yazılı olarak dile getirilmiş konuları yeniden ve farklı bir üslupla anlatıyoruz. Kurmaca dediğimiz şey de budur zaten.

Sanat eserleri yoktan var edilmiş veya ilk kez yaratılmış değil ise de bu yaratıları seçkin kılan, sanatçının yaratıcılığının eserde görünür kılınmasıdır. Hikâye sanatında da durum böyledir. Sanat eserine yansıyan bir alan var ki oraya dışarıdan girilme imkânı hiç yoktur: O da muhayyiledir. Muhayyilenin kuşatma alanı, yaşamış veya yaşamakta olan her bir insan kadardır.  Bu şu demektir: İnsan muhayyilesinin alanı bakirdir ve oraya kimse giremez. Orada, bir başkasının muhayyilesinin sınırlarına ilişmeden mevcuda benzemeyen veya onu aşacak yeni şeyler cereyan edebilir. “Gök kubbe altında söylenmedik söz kalmamıştır,” sözü muhayyilenin ulaştığı alanlar ve üslup bakımından geçerli değildir. Bu söz sadece konular için geçerli olabilir. O halde nedir olan? Şu: Yazar, muhayyilesinin kapsama alanı içinde yeni bir üslup ve farklı bir söylemle kendisine özgü yaratı alanları açabilir. Bu kadar söz ukalalığını şunu demek için yaptık: Yazarlar, olmayanı yaratmıyorlar, mevcudu -kendilerine özgü bir üslupla- yeniden söylüyor/üretiyorlar. Şairler, söylediklerini kimse söylemediği için değil, onu kimse kendisi gibi söyleyemediği için şair olurlar.

Mevlana’nın anlattığı tam da budur:
         Dünle beraber gitti cancağızım
         Ne kadar söz varsa düne ait
       Şimdi yeni şeyler söylemek lazım…

2. Kurmacanın ‘gerçek’ten neşet ettiği düşünülüyorsa birbirlerinin hem tavuğu hem de yumurtası olurlar; ama gerçek böyle mi bakalım? Öncelikle kurmaca gerçek değil gerçekliktir. Tiwetterde de paylaşmıştım; bazı çevirilerde hatta telif eserlerde de “gerçeklik”, “gerçek” bağlamlı kullanılmış. Gerçeklik gerçek değil, gerçeğin işlenerek yontulmuş hâlidir; ama her hâlükârda kendisi değil. Denebilir diyorum bu da her zaman böyle olmayabilir. Sanat, hayatın yorumlanmış taklididir. Bu yüzden gerçeği tümüyle yadsıyamayız; fakat gerçek ile kurmaca arasında yakın bir ilişki olsa bile kurmacanın kendisine ait bir gerçeği vardır. Bu yüzden gerçek ile kurmacayı aynı torbaya koyamayız. Bunu yaparsak aralarında anlaşmazlık çıkabilir. Muhtemel bir tartışmadan kurmaca galip çıkar; çünkü kurmacanın yaslandığı dağ çok güçlüdür ve arkasında “muhayyile” gibi devasa bir güç vardır. Gerçek ise fena ile maluldür, üstelik ömrü çok kısadır gerçeğin. Gerçek, yaşandığı andan itibaren fena bulur. Oysa muhayyile sonsuzlukla ilişki içindedir. Muhayyilenin ayrıcalığı biraz da buradadır. “Gerçek olanın önemli olduğu yerde, hayalî olanı yazmayı tercih ederim,” diyen Virginia Woolf tercihinde haklıdır. “İmkânsız hayaller olmasaydı, mümkün çözümler de olmazdı” diyen Ray Bradbury ise hayalin gücünün sanat eserleri ile sınırlı olmadığının altını çizmiş oluyordu.

Böylece kimin ana karakter olduğunu da söylemiş olduk.

3. Hikâyecilerin ürkek olduğunu kim söyledi bilmiyorum ama şairlerin daha cesur olduklarını söyleyebiliriz. Bu şundan: Şairler çoklukla muhayyilenin alanında dolaşırlar. Yukarıda değinmiştik, şairlerin arkaladıkları dağ çok güçlüdür; dolayısıyla dolaştıkları alan hikâyecilere göre daha özgürdür. Bu yüzden pervaları yoktur, hesap ve kitapları daha azdır. Hikâyeciler ise şairleri bağlayan sebepler dışında gerçek ile daha sıkı iletişim içindedirler; hatta gerçeğe yer yer muhtaçtırlar. Bu yüzden gerçek ile iyi geçinmek zorundadırlar. Bu, hikâyecilerin gerçeğe bağımlı oldukları anlamına gelmez elbette ama kurmacanın da kendine mahsus bir gerçeği yok muydu? Bu, nihayetinde her ne kadar gerçeğin kendisi değil ise de onunla iletişimi kaçınılmaz olan bir ‘gerçeklik’tir. Hikâyeci veya romancı yazdığı metnin kurmacanın gerçeğine uygun olup olmadığını gizlice denetlemek zorundadır. Bu yüzden hikâyeciler gerçeği tümüyle yadsıyamazlar. Oysa şairlerin gerçeğin türevlerine bile eyvallahları yoktur.

4. Öykünmeden neyi kastettiğimize bağlı ama hikâye zaten ‘öykü’nme sanatı değil mi? Daha doğrusu sanatın kendisi bir öykünme değil mi? Neye öykünme? Elbette büyük Sanatçının eserlerine. Resim sanatı üzerinden açımlamamız konuyu daha anlaşılır kılacaktır: Kübik ressamların resimlerindeki o “insana veya eşyaya benzemeyen” şekiller gerçeğin yapı söküme uğratılmış halleridir. Sanat eserleri gerçeği aşabilir, yontabilir, değiştirebilir, bozabilir ama onunla bir şekilde iletişimleri de hep vardır.  Sanat; hayata, gerçeğe, en çok da hakikate öykünmeden neşet etmiştir.

Sonunuzla kastedilen hikâyemizin başka iklimlerde üretilmiş olan yazarların metinlerine öykünmesi veya bir yazarın kendisinden önceki hikâye yazarlarına öykünmesi ise bu problemli bir şeydir. Böyle bir şey yoktur diyemem elbette ama bunun çaresi yaratıcılık ve özgünlüktür; toprağına, iklimine, hamuruna bakmaktır.

Sorunuzda hikâye ile öykü arasında, öykü aleyhine bir ironi de saklı sanki. Bendenizin bu konudaki görüşüm bellidir ve bunu daha önce başka vesilelerle (Bk. Bana Hikâye Anlat-ma adlı kuramsal yazıların yer aldığı çalışmamız) açıkladım: Öykü ile hikâye ikiz olabilirler ancak karakterleri farklıdır.

5. Bir yazarın herhangi bir hikâye kitabındaki bütün hikâyeleri aynı başarı grafiğini yakalayamamış olabilir. Bu çoklukla böyledir de. Bu yüzden yazar veya eser adından ziyade parça metin adı vereyim: Wolfgang Borchert: Ama Fareler Uyurlar Gece; İtalo Calvino: Vicdan; Gogol: Burun; Rasim Özdenören: İt hikâyeleri…


Bu yazı Şiar dergisinin 31. sayısında ( Kasım Aralık 2020) yayımlanmıştır.