Fotoğraf çok yakında buraya eklenecek...

KUTLU’DAN “HUDUDULLAH” MERKEZLİ TEKLİFLER

Mustafa Kutlu ve hikâyeciliği hakkında yazmamış olmamı bir eksiklik olarak kaydetmişti bir eleştirmen.[1] Bendeniz de “Kutlu ve eserleri ile ilgili o kadar çok yazıldı ki kendisinin de yazılanların sayısını bildiğini sanmıyorum. Doğrusu, yazacaksam bu farklı bir şey olmalı” diye düşünmüştüm. O  “farklı şey” Kalbin Sesi İle Toprağa Dönüş’le geldi.[2]

Hikâyeyi “hayatın hülasası” olarak gören Kutlu’nun bu çalışmasını da hayata deneme türünde düşülmüş bir kayıt olarak görmek mümkün. Bu kadar değil, Bize kalırsa bu kitap Kutlu külliyatının da hülasası. Kutlu, hikâyelerinde değerler manzumesi hâlinde bir mesele olarak işlediği konuyu somut tekliflere dönüştürüyor.  Kitabın hikâyelerden ayrılan (bütünlenen mi demeliydim) tarafı, kurmacanın evreninde işlenen ve bir derdi olan temaların bu kitapta ete kemiğe bürünerek somut verilerle bir teklife dönüşmesidir diyebiliriz.

Yazarın hikâyelerini okuyanların ve hikâyeciliğini az çok bilenlerin malumudur: Kutlu derdi bir olan bir hikâyecidir. Onun hikâyeleri “sanayi toplumu’nun huzurlarını kaçırıp tedirgin ettiği; kendi değerler sistemine yönelerek bir çıkış aramak üzere yollara düşen dava delisi Kerim, İlhan, Dr. Ayhan, Yunus Bey, Asım Bey, Gülpaşa Çavuş’un Oğlu, Hafız Yaşar, Komiser Bulut, Tahir Sami Bey vb. hepsi dertli olan ve ‘yoldan çık’ış (ausfahrt) levhası arayan insanlardır.

Yazar, hikâyelerinde olduğu gibi bu kitapta da köklü ve bir derdi gündeme getiriyor. Dert yeni değil, biliniyor: “Kapitalizm, (sanayileşme ve onun tetikçisi teknoloji alanındaki yarış) hayırdan çok şer getirdi, bakın işte, başımıza gittikçe envaiçeşit çoraplar örüyor. Bu işe bir çözüm bulmanın zamanı geldi de geçiyor. Üreteceği fikri olanlar söylemeli. İşte, bendeniz sadece fikirlerimi değil tekliflerimi de iletiyorum erbabına. Buyurun!” der gibidir yazar. Kutlu “isyan ahlakı” öncülerine sesleniyor öncelikle (7). Kitap, kapitalizmin pençesinden kurtulmak için(73) “bir sistem arayışına zemin hazırlamak, düşünür-akademisyen-sanatçı ve politikacıları harekete geçirmek istikametinde bir “işaret fişeği” gayesini güdüyor.” (s.45, 83, 73) Problem bellidir: Kutlu’ya göre bindiğimiz gemi yanlış bir gemidir (171) ve bu gemiden inmeye ihtiyaç var. Kutlu yeni bir şey söylemiyor elbette, bunu kendisi de ifade ediyor; fakat yazar, herkesin bildiğini derli toplu bir çerçeveye oturtarak tekliflerle geliyor. Yazarın “hududullah çerçevesinde”  hayata geçirilebileceğini düşündüğü tekliflerini basitçe üç maddede toplamak mümkün:

  1. Ahlak nizamı tesis etmek (içinde hâkimiyet, meşveret, iktisat ve adalet var, 55), bunun için de ruh eğitimini gerçekleştirmek (75, 77), eğitimde ahlakı öne alan bir zihniyet oluşturmak (75);
  2. İktisat-kanaat ekonomisi kurmak (56, 75, 114). Bu “toprağa dönmek” demektir. Menfaat ahlakı yerine isyan ahlakını (7) tesis etmek, toprakla bağını koparmadan ve “hududullah’a dikkat ederek” sanayileşmek (Toprağa dönmek; 122, 139, 170, 172);
  3. Rasihûna yani ruhsat sahiplerine (bilim adamları, kanaat önderleri, sanat adamları, yöneticiler) mutabakat çağrısı (67). Bu, yeni bir anayasa demektir (51).

Kutlu’nun yukarıdaki tekliflerin üçü; (Topçu’dan ödünç alırsak) ‘isyan ahlakı’nın da bir gereğidir. Yazara göre bir ret cephesi oluşabilme cesaretini göstererek “yoldan çıkmak” (get out of the way) gerekiyor ki bu da zihinde, fikirde ve bedende inkılap yapmak anlamına gelir.

Kutlu’ya göre bunu gerçekleştirmek zor olabilir ama imkânsız da değildir. Malumdur; bütün projelerin önce bir hayali kurulur, sonra o hayalin uygulama alanındaki durumu denetlenir, sonra -çıkan sonuca göre- uygulamaya geçilir. Kutlu da teklifinin bir ütopya olmadığını ve denemeye değeceğini söylüyor. Kutlu sanayileşmenin terk edilerek tarım toplumuna dönülmesini teklif etmiyor (buranın altını özellikle çiziyor), toprakla buluşmanın başka bir yolu olduğunu söylüyor ve buna bir de misal gösteriyor: 2009’da Yozgat/ Kadışehri /Kabalı Köyü’nde  Kaymakam, Tarım Müdürü, Muhtar üçlüsünün işbirliği ile “Kırsal Kalkınma Projesi” adıyla bir proje uygulamaya konulmuş ve üç yıl gibi kısa sürede kesin bir başarı elde edilmiş. Kutlu, denenerek başarılmış bu projenin aşama aşama yaygınlaştırılabileceğini düşünüyor.

İnsanın topraktan koparak nesneleşmesi evrensel bir problem hâline gelmiştir. Kutlu’nun “toprağa dönüş” fikrinin kaynağında bu mutazarrır durum vardır. Bu konuya hemen her hikâye veya romancı mesele edinmiştir. Bu, kiminde tabiat özlemi, kiminde toprağa bağlı insanların hikâyeleri, kiminde şehirden ve kötü yapılaşmadan kaçış olarak daha mevzi alanlardadır. Kutlunun “toprağa dönüş” fikri ile Memduh Şevket Esendal’ın “toprak medeniyeti” olarak adlandırdığı görüşlerinin benzerlik arz ettiğini görüyoruz. Esendal yaklaşık 75 yıl önce konuyla ilgili görüşünü şöyle özetler: “İnsanın huzurunu toprak medeniyetinde görüyorum. Bu, hükümetlerin işi değildir, sanatçıların işidir.” Esendal’ın toprak medeniyeti dediği kavramın özü; herhangi bir dönemi dışlamadan bu toprakların (Anadolu’nun) değerlerine bağlılıktır.

Hududullahı aşanlar insanların genleriyle oynamışlardır (18). Kutlu, bu “hududullah” meselesini çok önemsiyor bu kavramı teklifinin merkezine yerleştiriyor diyebiliriz. Hududullah, Allah’ın yaratılmışlarla kendisi arasındaki sınırları ifade eder. Sadece bu değil; hududullah, Yaratan’ın, (insan dâhil) mahlûkatın hayatının idamesinde gözettiği maslahatı da kapsar. İnsanın; bir azgınlıkla cenneti bu dünyada inşa çabaları (kapitalizm, materyalizm), Tanrı’yı gökten yere indirme cüretleri, Yaratan’ın alanına girerek “tanrılık” taslama hadsizlikleri insanlığı uçurumun kenarına getirip bırakmıştır. Dahası insan, ‘anasır-ı erbaa’nın üçüne (toprak, hava, su) savaş açmış, kendisi dışındaki canlıların yaşama alanlarını iyice daraltmış, dünyayı çekilmez hale getirmiştir (123) Dinin yerine konan bilim emperyalizme yol açmış, dünya gelirlerinin % 90’nına nüfusun % 10’u el koymuştur (90, 169). Bu işin faili sanayileşme politikaları ile gelen vahşi kapitalizmdir ve kötü kullanılan teknolojidir. İnsanın sanayileşme ve teknoloji ile ilişkileri toprak ile bağdaşık olmak zorundadır. Benmerkezci kapitalizm, sömürgeciliğin ideolojisi hâline gelmiştir (88). Bu ideoloji günümüz insanını topraktan koparmıştır, insanları esir almıştır.

Tam da burada, bu görüşlerin gerçekçi olmadığını, uygulama alanı bulunmadığını ve ütopik durduğunu düşünerek yazara itiraz edilmesi mümkündür. Bu düşüncenin muhtemel gerekçesi, sanayileşme ve teknoloji ile ilişiğimizi kesemeyeceğimiz, sanayi toplumundan tarım toplumuna dönemeyeceğimiz düşüncesidir. Yazarın buraya notu var:  Kutlu’ya göre teknik ile teknoloji aynı şey değildir. Bu yüzden o, teknik ile teknolojiyi, sanayi ile sanayileşme politikalarını birbirinden özenle ayırıyor (161). Sanayinin veya tekniğin kendilerinde değil kullanım tarzlarında ve bir sanayi toplumu oluşturma çabasında problem vardır; çünkü “sanayi toplumu” serveti sermayeye dönüştüren kapitalizmin anasıdır (87, 89). Oysa tedrici olarak toprakla iletişime geçilebilir, ahlaki ilkeleri terk etmeden de sanayileşilebilir.

Kutlu’nun teklif ettiği şehircilik gerçekleşirse; kapitalizmin çıldırttığı, yalnızlaştırdığı Batılıların tatillerini geçirmek üzere kuyruğa girdiği gözde mekânlara dönüşebilir mi o şehir(ler)? Böyle bir soru akla geliyor tabii. Bu durumda kapılar kapatılamayacağına göre eski halin hortlamaması için nasıl bir yol izlenebilir? Muhayyilemize düşen bu görüngü dünyanın bir köye dönüşmesi ile ilgilidir. Kafa yormaya değer. Kutlu’nun teklifi bu kısmı da kapsıyor: Ortaya çıkacak meseleleri veya muhtemel problemleri erbabı konuşur, tartışır diyor.

Şöyle bir görüş var: Sanayi ve teknoloji kendi ahlak anlayışını ve yine kendi renk ve tonlarında bazı sosyal kuralları da beraberinde getirir. Buna uymadığınızda ondan yararlanamazsınız. Bu, ciddiye alınması gereken bir kaygıdır. Kitaptan bizim edindiğimiz izlenim, bu kaygılar; kapitalizmin (dolayısıyla “sanayi toplumu” projesinin hâkim kılmak istediği hayatı bize dayatma projesinin) bir propagandasıdır. Teknolojiyi elinde tutan güçler, bu türden korku ve kaygıları her vesileyle ilettiği subliminal mesajlarla insanların beynine sürekli kazır. Bu böyle diye insanlarda var olan bu kaygılar da görmezden gelinemez. Kutlu’ya göre bu tür problemler de “seçilmişler” dediği ilim, siyaset, sanat ve gönül-kanaat önderlerinin çözebileceği bir meseledir. Recep SEYHAN


[1] Mehmet Erdoğan, Edebiyat ve Eleştiri Yazıları, Kopernik, 660 sayfa, Ankara, 2020
[2] Mustafa Kutlu Kalbin Sesi ile Toprağa Dönüş, deneme, Degâh, 84 sayfa, İst, 2020