YABANCI BİR EL
Öykü: Gül Tanrıverdi
Koştum: öyle hızlı, öyle kendimden geçercesine koştum ki; tüm binaları yıktığımı, parkları, yolları yardığımı, önüme çıkan tezgâhları devirdiğimi zannettim. Bedenim; kan ter içinde kalmıştı, kalbim ise ayakuçlarımdan başıma kadar “güm güm” atmaktaydı.
Varmak istediğim binanın önüne geldiğimde ani fren yapmış araba gibi yere çakıldım. Beynim, ağır koyu bir sıvı gibi boşalıp aktı, gözüm karardı. Telaşıma yenik düşen gözlerimin karartısı geçince binanın levhasına baktım. Emniyet Müdürlüğü yazısını görünce rahatladım. Derin bir nefes alıp, kolumun altına sıkıştırdığım siyah deri çantamı elime alıp içeri girdim.
Girişte görevli, polis memuruna çantamın altını gösterdiğimde memur: “Üst kata çıkın” dedi. Çıkıp masa başında oturan memurun yanına gittim. Benimle konuşmasını beklemeden çantamın altındaki kesiği gösterdim. Memur:
“Anlaşıldı. Olay nerede oldu?” dedi.
“Pazara girmiştim orada…” diye anlatıyordum ki memur sözümü kesti.
“Bu vakalar pazarda çok oluyor. Her gün kaç kişi geliyor bilseniz” dedi, umursamaz bir tavırla.
Bekleme odasını göstererek: “Biraz bekleyin sizi çağıracağım” dedi sonra.
Henüz derdimi bile anlatamadan beni odaya alan memura kızmıştım. Demek işler böyle yürüyordu. Beklemek zorundaydım. Odaya girip etrafa şöyle bir baktım. Birkaç sandalye bulunan odada küçük bir pencere vardı. Benden başka iki kişi daha bekliyordu. Boşta olan bir sandalyeye oturup sakinleşmeye çalıştım. Diğer iki kişi koyu muhabbetteydiler.
Pencereden gördüğüm ağaç dalına ilişti gözlerim.
Başıma geleni düşündüm.
Her gün binlerce kişinin başına gelen vakayı şimdi ben de yaşıyordum. Çalınan cüzdanımdaki para için üzülmüyordum. Ama ehliyetim vardı ki: Kimlik numaramı kullanırlarsa ne yapardım? Aklıma bin bir şey geliyordu. Beni bir borç batağına sürükleyebilirlerdi.
Mesele sadece bu değildi. Çantamdaki kesiğe baktıkça midem bulanıyordu. Yabancı bir elin çantamın içinde gezindiğini düşünmek zihnimi allak bullak etmeye yetiyordu. O, tanımadığım, yüzünü bile görmediğim yabancı el; benim haneme girip rahatça dolaşmıştı. Parmak izlerini her yere bulaştırmış o elden öyle tiksiniyorum ki… O meşum el bütün mahremiyetime girmişti sanki. Bedenimde gezinmiş parmaklar saçlarımın arasında dolaşmıştı. Birden ürperdim ve titremeye başladım. Bacaklarım, kollarım sanki bana ait değildi. Çantadan kurtulma isteğiyle dolmuştum. Ondan kolayca kurtulabilirdim; peki, rahatlıkla her tarafımda gezen o elden kurtulabilecek miydim?
Kendi içimde kaybolmuşken, kahkaha sesiyle irkildim. Boyası akmış saçlarıyla oynayan kadın, gülmeye devam ediyordu. Yanındaki ufak tefek adamla samimi halleri canımı sıkıyordu. Keyifleri öyle yerindeydi ki; sanki Emniyet Müdürlüğünde değil başka yerdeydiler. Kadının, gülerken dişlerine bulaşmış kırmızı rujdan haberi bile yoktu. Adam, kadının ağzına düşecekti neredeyse.
Karşımdakilerin bu anlamsız rahatlığı ruhumu iyice daraltmıştı; dayanamayıp kalktım odadan çıktım.
Polis memurunun yanına gittim. Sinirli bir ifadeyle;
“Rica ederim, benim sorunumla ilgilenin lütfen.” dedim. Memur yüzüme ilgisiz bakarak;
“Sizin sorununuz gibi önümde bir sürü dosya var. Biraz sabırlı olun hanımefendi.” dedi.
“Ne yapacağımı söyleyin, ben gideyim. Para, cüzdan önemli değil ama ehliyetim vardı.” deyince memur;
“O zaman bir gazeteye “hükümsüzdür” ilânı verin, telefon ve adresinizi bize bırakın” dedi.
“Bu kadar mı?” dedim.
Başını sallamakla yetinen memur başka bir şey söylemedi. Dediklerini yaptıktan sonra niye bu kadar beklediğimi sormaya gerek duymadan oradan ayrıldım. Eğer sorsaydım kendime hâkim olamayacağımı biliyordum. Asabım bozulmuş bir haldeydim.
Dışarı çıktığımda yüzümü serinleten rüzgâr bile kendime gelmeme yetmedi. Dizlerimin bağı çözülmüş, boşluğa basar gibiydim.
Toparlanmak için biraz bekledim.
Koşarak yıktığım tüm binalar yerli yerine gelmiş, beton yığını olarak önümde duruyordu. Bu yığınların diplerinde çantamı atacağım bir yer bulmalıydım.
Çantadan bir an evvel kurtulmam gerekiyordu.
Saplarından tuttuğum çantanın bedenime dokunmasına bile tahammül edemiyordum. Bir mağazanın önüne konulmuş kolilerin içine çantayı fırlatıp oradan uzaklaştım. Ondan kurtulmuştum, bu içimde hem bir burukluk hem rahatlama sağlamıştı. Severek kullandığım eşyamın bu hale getirilmesi ve tiksinmeme sebep olunmasına içerlemiştim.
Yapmam gereken bir gazete ilancısı bulmaktı.
Binaların levhalarını gözümle taradım.
Gördüğüm ilk ilan bürosunun olduğu binaya girdim.
Kolaylıkla yaptırdığım işlemden sonra kendimi korumaya almış gibi hissettim.
Ruhum bedenimden boşalmıştı sanki yerde mi yoksa gökte mi olduğumu bilmez halde yürüdüm. İnsanlara çarptım mı? Onlar mı bana çarptı? Hiç bilmiyorum. Boz bulanık bir akşam olduğunu ve karanlık sokaklardan geçtiğimi biliyorum. İnsanların yüzlerine bakamıyordum. Her gördüğüm yüz, bir ısırgan elin her yerime dokunduğundan haberdardı sanki. Bu bana utanç veriyordu. Kaçarak ve kalabalıkların içinde güya gizlenerek hızlı adımlarla yürümeye çalışıyordum.
Eve geldiğimde nefes nefeseydim. Kendimi yatağa bırakıp yaşadıklarımı tekrar düşündüm. Gözümü her kapayışımda yabancı bil el gelip bana dokunuyor, ellerimi tutmaya çalışıyordu. Beni köşeye sıkıştıran el, her yerimi kaplıyordu. Terden sırılsıklam oluyordum.
Geceyi uyur uyanık kâbuslar içinde geçirdim. Gece de kurtulamadığım o el; çoğalıyor bir ahtapot gibi sarmalıyor, beni kıskıvrak yakalıyordu. Çantam gelip koluma yapışıyor sonra bir bıçak onu kesiyordu. Parlayan bıçağın ucu kollarımda geziyor, boynuma kadar uzanıyordu. Korkudan bağırıyordum. Yüzünün aksi, yansıması, fotoğrafı… Avucunun içinde belirdi. Ürkütücü bir şekilde kahkaha attı ve bana parmaklarıyla “sus” işareti yaptı.
Tüm gücümle ondan kurtulmaya çalışıyordum ama bu mümkün gözükmüyordu. El ve elin içindeki yüz, odayı kaplamış beni avucunun içine almıştı. Bu kez sadece eli değil, gözleriyle dudaklarıyla da beni taciz ediyordu. Sonra birden kayboluyor, tam kurtuldum derken ensemden saçlarıma yılan gibi sokulan parmaklarını hissediyordum adamın. Tüylerim diken diken olmuş halde bağırarak kaçmaya çalışıyor ancak kaçamıyordum.
“Ne olur bırak beni.”
“Bırak beni ne olur.” diye bağırdım.
Soluk soluğa uyandığımda, korkudan gözlerimi açamıyordum. Duyduğum tek ses kalbimin “küt küt” atmasıydı. Sırtımdan akan bir damla terin akışı bile beni sarsmaya yetmişti. O elin sırtımda gezindiğini zannedip gözlerimi daha çok sıktım. Nefesimi tuttum. Yavaşça soluğumu bırakıp gözlerimi açtım.
Yatakta değildim. Nerede olduğumu kavrayamamıştım. Bir cenin şeklinde sokak kapısının önünde yatıyordum. Hafifçe doğruldum, şaşkınlıkla etrafıma bakındım.
Demek, hakikaten kaçmaya çalışmıştım.