TURUNCU BOŞLUK
Öykü: Gül Tanrıverdi
Ay ışığı, perdeleri delip odasına sızarak duvardaki aynayı aydınlatmıştı. Uyku tutmayan genç kız, aynaya gözünü dikmiş ışığın yansımasını seyrediyordu. Gözlerine çarpan bu ışıltı, gerçekliğin, hayâlle arasına açılan bir pencereymiş gibi düşündü.
Yatağından kalkıp perdeleri açtı. Karanlığın içinden süzülen ayın aksi aynayı daha parlak hale getirmişti. Karşısına geçip yüzüne baktı kız.
Ardı ardına açılan kapılar vardı yüzünde. Hiçliğin ve yabancılaşmanın içinde buldu kendisini. Sonra kapılar kapanmaya başladı ve yüzü puzzle parçalarına dönüştü. Bir kırılma anı yaşıyordu kız. Yüzüne dikkatlice baktığında; burnunun, dudaklarının, yanaklarının tanımadığı birine dönüştüğünü gördü. Gözlerini kapatıp açtı sonra, aynaya tekrar baktı. Zaman zaman yaşadığı bu hâl, onun istemediği gerçekle yüzleşmesine sebep oluyordu. Ayın yansıyan ışığında gördüğü kişi, kendisi değil bir başkasıydı. İçine gömüldüğü hiçlik duygusunu bastırıp, dışına odaklandı ve karşısında gördüğü bigâne insanla yüzleşti.
Geriye dönüp baktığında, küçüklüğünden bu yana yaşadıklarının normal olduğunu düşünüyordu Nihan. Şimdi ise annesi ve babasının, hatta çevresinde bulunan insanların yüzünü ne zamandan beri tanımadığını sorguluyordu. Seslerinin tınısı ve belirgin bir özellikleri olmasa yabancı insanlar olduğunu zannedebilirdi.
Kendisinde olan farklılığı anlayamayacak kadar küçüktü o zamanlar. Sonra okula başladı Nihan. Her gün gördüğü arkadaşlarının yüzleri; birer turuncu boşluktan ibaretti. İsimlerini öğrense de kime ait olduğunu bilemiyordu.
Öğretmeninin yaptığı testlerde, nesneleri neden ayırt edemediğini de anlayamamıştı.
“Birbirinden farklı olmasına rağmen bütün nesnelerin neden aynı olduğunu söylüyorsun? Dikkatlice yine bak bakalım,” demişti öğretmeni.
Gözlerini fal taşı gibi açıp tek tek bakmıştı ama farklı bir cevap verememişti.
“Ama hepsi birdirbirinin aynısı öğretmenim,” demişti.
Arkadaşları verdiği cevaba karşı gülmüşler ve alay etmişlerdi. Utancından yüzü kızarmıştı küçük kızın. Öğretmeni gözlerinin bozuk olduğunu söyleyip doktora gitmesini söylemişti.
Annesine olanları anlattığında kadın, doktora götürmekten ziyade öğretmeni suçlamış, kızına eziyet ettiğini söyleyerek şikâyetçi olmuştu. Nihan’ı okulundan alıp başka bir okula kaydettirmişti. Kuşkucu ve paranoyak bir annesi, tamamen ilgisiz bir babası vardı.
Yeni okulunda da aynı hadiseleri yaşayan kızın eğitim hayatı başarısızlıklarla geçiyordu. Her sorun çıkışında annesi okul değiştiriyordu. Bir dönemi bitirene kadar kaç okul, kaç semt değiştirdiğini bilmiyordu artık.
İnsanların yüzlerini çabucak unuttuğunu sanıyor ve onları tanımamazlıktan geldiğini zannettikleri için sürekli kinayeli sözler işitiyordu.
“Şu kibirliye de bak bizi görmezden geliyor,” diyorlardı, arkasından.
Herkes birbirini tanıyor ama kendisi neden yüzleri hep aynı görüyordu? Her biri turuncu boşluktan ibaretti. Başka bir gezegende yaşıyormuş gibi hissediyordu. Gittikçe yalnızlaşıyordu kız. Bu durumu açıklayamadığı için kendisini suçluyordu.
Liseyi okuduğu dönemde bir çözüm bulmaya çalıştı Nihan. Hafızasını zorlayarak arkadaşlarının belirgin özelliklerini incelemeye başladı. Saç modellerinden, seslerinin renginden, yüzlerinde var ise ben veya yara izinden isimlerini aklında tutmaya çalıştı. Konuşma tarzı ve el kol hareketlerinden, hatta yürüyüşlerinden bile ayrıştırmaya çalışıyordu. Çabaları bazen boşa çıkıyordu genç kızın.
Üniversiteye başladığında hayatı daha da zorlaştı kızın. Yeni taktikler geliştirmesi ve daha belirgin özellikler yakalaması gerekiyordu. Hafızasını sürekli açık tutmaya çalışmak onu yoruyor, ruhsal gerginliğe giriyordu. Karmaşık dünyasını herkesten saklamak ve hiç kimse ile yakın arkadaşlık kuramamak içten içe üzüyordu kızı.
Dünya, gözünde bir gurbet yeri gibiydi.
Okul yemeği olduğunda veya bir davete katıldığında takım elbiseli olan erkeklerin hepsi aynı görünüyordu gözüne. Kimin hocası, kimin arkadaşı olduğunu ayıramıyordu. Kız arkadaşlarının, süslenmeleri yüzünden işler arapsaçına dönüyordu. Aynı kişilere birden fazla selam verdiği oluyor, herkes tarafından tutarsız gibi görünüyordu.
Bir okul yemeğinde yanında oturan kıza kendisini tanıtmış, hangi bölümde okuduğunu sormuştu Nihan. Kız, gülmeye başlamış ve:
“Biz iki yıldır aynı bölümde okuyoruz Nihan. Şaka mı yapıyorsun? Tuhaf olduğun söyleniyordu ama bu kadarını beklemiyordum.” demişti.
“Çok unutkan olduğumdan insanları karıştırıyorum.” dedi gülümsemeye çalışarak.
Soğuk bir duş almış gibiydi kız. Titreyen ellerini dizlerinin üstüne koyarak sakinleşmeye çalıştı.
Yanında oturan kız sesini yükselterek devam etti.
“Bir doktora görünsen iyi olur Nihan’cığım bu unutkanlık sen de bir hastalık olmuş. Okulun yolunu nasıl unutmuyorsun bilmem? Derslerinde de başarılı olmana şaşırıyorum.” dedi kız alay edercesine. Bütün gözler onlara çevrilmişti.
“Neden ağzımı açtım ki?” diye geçirdi içinden Nihan, kendisine kızarak.
Sonra, zeki ve güçlü gibi görünen fakat aslında içindeki boşluğu başkasıyla alay ederek dolduran kıza baktı.
Çocukluğundan bu yana içine attığı acılarını ve utanç duygularını, masum olduğu halde kendini suçlu gibi hissettirdi ona.
Derin bir nefes alarak kendisini toparladı kız ve gülümseyerek:
“Yüzleri unutabilirim fakat umutsuzluğa düşme cesareti gösteremem. Boş ümitlerle gelmedim bu okula, iyi bir öğretmen olmak için geldim.” dedi ve müsaade isteyerek masadan kalktı.
Peşinden uğultulu sesler yükseldi.
Kafasının içi arı kovanı gibiydi. Şimdiye kadar arkadaş edinmediğine pişman değildi. Vazgeçişlerinin sebeplerini, ailesinin durumunu ve sürdürmeye çalıştığı okulunu düşündüğünde hâlâ yapması gerekenler vardı.
Yaşadığı sıkıntıları ailesiyle paylaşmaya çekinmişti Nihan. Normal olmayan ailesine yaşadığı tuhaflığı açıklayamazdı. Yıllardır yaşadığı sorunların hangi birini anlatabilirdi ki. Hem evde de huzurlu değildi.
Ebeveynlerinin kavgalarının arasında sıkışıp kalmıştı. Annesi her şeyin arkasında bir şey arayan paranoyak bir kadındı. Kocasına kan kusturuyordu. Eve geç gelen adamı kendisini aldatmakla suçluyor, her akşam kavga çıkarıyordu.
Bir akşam; adam henüz kapıdan girmişti ki kadın elindeki bardağı ona doğru fırlatarak:
“Yine hangi kadının yanından geliyorsun.” diye bağırdı.
“İşten geliyorum işten! Ne anlamaz kadınsın. Yetti artık bu paranoyaklığın.” diye bağırarak cevap verdi adam.
“Yalancı! Ben bilmez miyim seni. Bu saate kadar iş mi olur?” diye feryat etti kadın. Öfkeyle eline geçen vazoyu fırlattı. Vazo, kocasına isabet etmemiş yere düşüp paramparça olmuştu.
Nihan sesi duyunca mutfaktan koşarak geldi. Annesini sakinleştirmeye çalıştı. Babasına baktı. Adam hiddetle:
“Bıktım sizden,” diye bağırdı. Mutfaktan aldığı tavayla kadına vurmaya kalkıştı.
“Yapma ne olur,” dedi kız yalvararak, elindeki tavayı almaya çalıştı.
“Senin ne farkın var annenden. İnsanlara önem vermiyorsun, yüzlerini hatırlamıyorsun bile.” diye kıza bağırdı adam. Tavayı onlara doğru fırlatıp çıkıp gitti.
Nihan olduğu yerde kalmıştı. İçini sızlatan sözler bir diken gibi batmış, gözleri dolmuştu. Yaşadığı tuhaflığın böyle isimlendirilmesi gücüne gitmişti. Annesi söylenip duruyor hiç susmuyordu. Kızı, varmış yokmuş umurunda değildi.
Çoğu zaman onları; uyurken seyredip, yüzlerini hafızasına kazımak istiyordu. Fakat gözlerini kapattığında incelediği yüzlerle ebeveynlerininkilerini eşleştiremiyordu. Sık sık resim albümünü alıp bakıyordu. Bedenler vardı; bir de üzerinde turuncu boşluklar, kimdi bu insanlar? Annesi, babası, dedesi, ninesi, akrabaları hafızasında bir yer edinemiyorlardı. Kendi fotoğraflarını bile tanımıyordu.
Zamanla annesi daha kötüleşmişti. Dışarıdan gelen herkesin onu öldürmeye çalıştığına inanıyordu. Sokağa çıktığında takip edildiğini söylüyor; hatta bu durumu başkalarına kanıtlamaya da çalışıyordu. Ona inanmayanlara karşı şiddetli bir öfke duyup saldırganlaşıyordu.
Kocasının aldattığına dair kanıtları olduğu iddia ediyordu. Adam eve gelmemeye başlamıştı. Bir gün, okuldan eve gelen kız şaşkınlık içinde kalmıştı. Evin içi gündüz vakti karanlıktı. Dehşetle pencerelere yapıştırılan naylon parçalarına baktı. Havasızlıktan oluşan tuhaf bir koku her yere yayılmıştı. Etrafa bakındı. Kanepede kafasına kadar çekilmiş örtünün altında yatan kadın titriyordu. Örtüyü kaldırdığında annesi büzüşmüş, terden sırılsıklam olmuş yatıyordu.
Ne yapacağını bilmez halde iki kaşının ortasına parmağını bastırıp derin bir nefes aldı.
Şimdi bu yüzü tanımak için sesi duyması gerekiyordu.
Sakin olması gerektiğini kendine telkin etti. Kanepeye doğru eğilerek kadının ellerine baktı. Parmağındaki kalın alyansını görünce annesi olduğunu anladı. Niye her seferinde bunlara dikkat etmesi gerekiyordu? O annesiydi ve neden yüzünü aklında tutamıyordu?
“Şimdi bu düşüncelerin sırası değil,” diye içinden geçirdi. Kadına odaklandı.
“Anne, anne! Neyin var?” diye seslendi.
Kadın gözlerini açıp kıza baktı.
“Ne bakıp duruyorsun öyle. Hırsızlardan saklanıyorum,” dedi, tersleyerek.
“Ne! Hırsız mı girdi eve?” dedi, telaşla kız.
“Ne sandın. Pencereleri naylonla kapladım ama yine de girdiler. Evi talan ettiler,” dedi kadın.
Etrafa baktı kız, hiçbir yerde dağınıklık yoktu. Eşyalar yerli yerindeydi.
Annesinin hastalığı iyice depreşmiş, nöbet geçiriyordu. Pencereleri naylon kaplayarak kendisini ve evini korumaya aldığını sanıyordu.
Ne yapacağını bilmez halde yere oturdu kız. Ne kendisine ne de annesine yardım edebiliyordu.
“Doktora gidelim,” dedi kız.
“Doktor falan istemem, onlar bir şey anlamıyorlar. Hırsızlardan korktum, o kadar,” dedi kadın, öfkelenerek.
Babasının o gün eve erken geleceği tutmuştu. Gördüğü manzara karşısında deliye dönen adam, pencerelerden naylonları çekip çıkardı. Karısının karşı çıkmasıyla kavga büyüdü. Adam:
“Yetti artık! Eve ne zaman gelsem bir olay, huzur denen bir şey yok!” diyerek bağırmış ve evden çıkıp gitmişti.
O günden sonra bir daha eve geri dönmeyen babası, Nihan için büyük hayal kırıklığı olmuştu.
Hayat, zakkum çiçeği kadar acı geliyordu artık. Sırtında bir dağ gezdiriyordu sanki.
Günleri günlerine uymayan anne kız; bazen yabancı gibi bazen de annesinin öfke ataklarıyla hararetli bir hayat yaşıyorlardı. Kadın, her şeyi kırıp döküyor sonra eve gelen yabancılar olduğunu iddia ediyordu. Genç kız, bocalıyordu. Doktora götürmek için ısrar ettiğinde, kızı evden kovuyordu.
Nihan, hasta annesine bakmak ve okula devam etmek için okul sonrası bir iş buldu. Kasiyer olarak başladığı kafede sıcak bir ortam vardı. Sorun çıkmaması için zihnini sürekli aktif tutuyor, işine odaklanıyordu. Hata yapmamak için hiç kimsenin yüzüne uzun süre bakmıyordu. Sadece gülümsüyor sonra gözlerini kasaya indiriyordu.
Çalışma arkadaşı olan Suna ile iyi anlaşmıştı. Kızın belirgin şekilde kaşının üstünde yara izi vardı. Bu iz Nihan için bir ipucuydu. Kızı kolaylıkla tanıyordu. Sorunsuz işini yapması içini ferahlatmıştı. Suna, sürekli kafenin müdavimlerinden bahsediyordu. Kim öğretmen, kim avukat, kim öğrenci gösteriyordu. Nihan hafızasına alamayacağı için sadece dinliyordu. Onun için herkes aynı yüze sahipti.
Kafenin yeni müdavimi bir nöroloji doktoruydu. Peş peşe istediği çaylarını yudumlarken kitaplarıyla haşir neşir oluyordu. Bir süre sonra Nihan’ın hâl ve hareketleri dikkatini çekmişti. Sürekli gülümseyen ama göz teması kurmayan kızın bakışları boşluğa bakar gibiydi.
Herkese aynı mesafede olan kız gerekmedikçe konuşmuyordu.
İlgisini çeken bu durum karşında her akşam kafeye gelen genç adam, hesabı öderken kafenin müdavimi olduğunu söyleyerek kendisini hatırlatmaya çalışıyor fakat kız:
“Öyle mi? Yine bekleriz,” deyip ilk kez görmüş gibi bakıyordu.
Bir başka gün:
“Bugün nasılsınız?” diye sormuştu adam. Kendisini artık tanıdığını düşünmüştü.
Nihan için boş bir yüzden ibaret olan doktor beklediği cevabı alamadı.
Resmiyetini koruduğu için gelen müşterilerin seslerine dikkat etmeyen kız, para üstü verirken sadece iyi akşamlar diledi gülümseyerek. İletişim kuramayan doktor bozulmuştu.
Ertesi akşam, parayla birlikte bir kâğıt uzattı kıza. Yazdığı notu okuyunca belki bir iletişim kurabilirdi. Her görüşte biraz daha beğendiği kızı merak ediyordu genç adam.
“Her gün sizi görmek için geliyorum.”
Küçük kâğıt parçasında yazan sözleri okuyunca kafasını kaldırdı kız.
Tuhaf bir his uyandı içinde notu kimin yazdığını merak etmişti. Bu ilk defa oluyordu. Gözlerini genç adamın yüzünde gezdirdi. Gözlerini, burnunu, dudaklarını tek tek görüyor; fakat bütünleştiremiyordu. Şimdiye kadar hiç kimsenin yüzünü bu kadar dikkatle incelememişti. Durumunu olağan kabul etmiş ve kimseyi merak etmemişti. Fakat ilk kez karşısında durup ona bakan yüzü bir bütün olarak görmek istedi. İçine düşen ateşe karşılık sustu. Okuduğu nota karşı tek söz söylemedi.
Genç adam, yazdığı nota karşılık ufak bir tepki alamayınca mahcup olmuştu.
Bir ay olacaktı neredeyse, hiç vazgeçmeden her gün not bırakmaya devam etti adam. Kendisini tanıması için ufak bilgiler yazıyordu. Mesleği, memleketi, onu ilk gördüğü günü vs.
Sınav döneminin bittiği günlerden sonra kafede daha rahat çalışmaya başlamıştı Nihan. Bir ayı doldurmuş ve sorun yaşanmamıştı. Yaşadığına ne ad vereceğini bilmediği için kimsenin fark etmemesine seviniyordu.
Kafenin dolu olduğu bir akşamdı. Sürekli müdavimler arasında her zaman ki gibi doktor da vardı. Suna, adamın Nihan’a olan ilgisini anlamıştı. Bu ilgi karşılıklı mıydı? Arkadaşının ağzını aramaya niyetlenip, arkasını döndüğü sırada kızıl saçlı bir kızla çarpıştı.
Agresif tavrıyla dikkat çeken kızdan özür dileyen Suna ona yer gösterdi. Kızıl saçlarını savurarak, gösterilen koltuğa oturan kız, bir süre öfkeyle söylendi.
Yarım saat sonra başka arkadaşları gelip ona katıldı. Seslerinin ayarı olmayan genç kızlar saygısızca konuşuyorlardı. Kızlardan biri gözleriyle etrafı tarıyordu. Bir anda gözlerini açarak:
“Bu o değil mi kızlar.” diye atıldı. Hepsi birden kafasını çevirip kasaya baktılar. Alaylı bir gülüş dudaklarına yayıldı. Kızıl saçlı kız:
“Kimler varmış burada bakın,” diye sesini yükselterek konuştu.
Herkes onlara bakmıştı. Kızın ukâla davranışı müşterileri rahatsız etmişti. Yerinden kalkarak Nihan’ın yanına giden kız, herkesin duyacağı bir sesle;
“Bir merhaba yok mu?” dedi.
Yüzünü ve hatta sesini bile tanımadığı bu kız kimdi? Nihan, şaşkındı ne diyeceğini bilemiyordu. Değiştirdiği onca okuldan bir arkadaş mıydı? Yoksa başka bir yerden mi tanıyorlardı onu? Aklı karışan kız cevap verememişti. Korktuğu anın geldiğini anladı. Patronuna ve müşterilere karşı rezil olacağını ve ne yapması gerektiğini bilemedi. Elleri titremeye, yüzü kızarmaya başlamıştı. Korkuyla ürperdi.
Kızıl saçlı kız hadsizce:
“Okulda da böyleydi bu. Bizi tanımamazlıktan gelir, hiç konuşmazdı. Kibirli bencilin tekiydi,” dedi insanlara dönerek. Sahneye çıkmış bir oyuncu gibiydi.
Okul arkadaşı olduğunu anlayan Nihan, bir şeyler söylemeye hazırlanırken patronu gelip araya girerek:
“Ayıp ama yaptığınız. Bir sorun varsa konuşalım.” dedi. Kız gülerek: “Eski arkadaşıma selam vermek istedim o kadar.” dedi. Nihan artık susamadı.
“Hayır, öyle değil. Gerçekten tanıyamadım. O dönemde de tanımakta zorlanıyordum. Nasıl açıklayabilirim bilmiyorum.” dedi, sesi titreyerek. Patronu sakin olmasını söyledi.
Kızların hepsi kasanın önüne toplanmışlar, diğer müşterilerin dikkatini çekmişlerdi.
Söylediklerine inanmayan kızlar dudaklarını büktüler. “Kimi kandırıyor bu?” dedi birisi.
“Lütfen daha sessiz konuşur musunuz?” dedi bir müşteri, rahatsız olduğunu belirterek.
Artık olan olmuştu. Nihan’ın ne yaşadığı kimin umurundaydı?
Sonuç olarak hep yalnız kalan, gurbette gibi hisseden oydu. Ne annesi ne babası onunla doğru dürüst ilgilenmemişti. Çevresinde ki herkes onu güvensiz, eksik hissettirmişlerdi. Baktığı her yüz bir boşluktu ama onu yoran derdini kimseye anlatamamasıydı.
Tüm bunlar saliseler içinde aklından geçti kızın. Öfkesi boşalmak üzereydi. Kendisini frenlemeye çalışarak konuşmaya başladı.
“Yolda selam vermediğim için suçlandım. Bencil ve unutkan olduğumu düşündüler; hatta aptal olduğumu söylediler. Ne kadar çabalarsam çabalayayım sonuç değişmedi. Hepiniz aynı yüze sahipsiniz benim için. Sizlerin yüzlerini tanıyamıyorum bu bir hastalık mı bilmiyorum…” dedi. Dudakları kurumuş, dili dönmez olmuştu. Tüm bedenin yere çekildiğini hisseden Nihan olduğu yere yığıldı. Kolonya kokusuyla kendine geldi kız. Suna su içmesine yardımcı oldu.
Kafede ki herkes kızlara tepki göstererek gitmelerini istediler. Utanma belirtisi göstermeyen kızlar çıkıp gittiler. Kızıl saçlı kız, her şeyi mahvetmiş, yaşama tutunma çabasını mahvetmişti.
Doktor, olduğu yere yığılıp kalan genç kıza baktı. Hıçkırarak ağlıyordu. Gördüğü manzara içini sızlattı. Yanına gidip yardım etmek istedi ama yapamadı. Nadir görülen hastalığın ne olduğunu anlamıştı ve yapabileceği tek şeyi yaptı.
Suna’nın yanına gidip kartını uzattı ve ilave etti:
“Arkadaşınız bir doktora görünmeli. Kartı ona verin lütfen gelirse yardımcı olmaya çalışırız,” diyerek oradan ayrıldı. Kızın yüzü gözünün önünden gitmiyordu adamın. Çaresizlikten ıstırap çektiği belliydi. Hoşlandığı kız şimdi daha çok etkilemişti onu.
Suna, arkadaşının sakinleşmesini bekledi. Nörolog Uzmanı yazan kartı kıza verip, adamın dediklerini söyledi. “ Bir hastalığın mı var?” diye sordu. Kuşkuyla bakan gözleri bir cevap bekledi fakat Nihan: “Bilmiyorum,” demekle yetindi.
Günlerdir elindeki karta bakan Nihan, nihayet kararını vermişti. Kafasından geçen, binlerce soruyla mücadele ediyordu. Kalbinin çarpıntısı dışarıdan duyuluyormuş gibi hissederek doktorun odasına girdi. Korku ve heyecanla koltuğa oturdu.
Genç adam, geleceğinden emin olmadığı kızı görünce sevinmişti. Söze nasıl başlayacağını bilemedi. Göz teması kurmayan kıza soru sorarak başladı konuşmaya. Kafede olanlara tanık olduğunu ve hastalığın tanısının konulması için tetkikler yapılması gerektiğini vurguladı.
Günler sonra sonuçlar doktoru şaşırtmamıştı. Tahmin ettiği gibiydi. Yüz körlüğü yaşayan kızın bir aydır verdiği notlara cevap vermeyişini şimdi anlıyordu.
Tırnaklarıyla etlerini didikleyen kıza baktı. Olabildiğince anlattı yıllardır yaşadığı bu rahatsızlığın bir tedavisi olmadığını. Kız, sakin ama buruk bir gülümsemeyle:
“Sorunum, benim içinde yaşadığım boşluk değil zaten, insanların beni sürekli yaftalamaları. Yaşadıklarımın ne olduğunu bilmek rahatlattı beni.” dedi.
İçi burkuldu adamın duyduğu sözler karşısında. Ortamı yumuşatmak için kafenin müdavimi olduğunu ve ona verdiği notlardan bahsetti. Şaşıran kız: “Notları yazan siz miydiniz?” dedi.
Başını salladı adam, mahcup bir ifadeyle.
“Şimdi bundan bahsetmek abes oldu farkındayım ama söylemek istedim,” dedi.
“İlk kez…” dedi ve sustu kız. İç geçirerek devam etti.
“Evet, ilk kez bir insanın yüzünü çok merak etmiştim. Gözlerin, burnun, dudakların bütünleştirdiği bir yüz neye benziyor acaba diye düşünmüştüm. Demek sizdiniz?” dedi hüzünlü bir sesle.
Bu kez doktor şaşırmıştı. Merak edildiğini öğrenmek ona buruk bir mutluluk yaşatmıştı.
“Yüzüm değil belki ama sesimle hafınızda kalmayı umut ediyorum,” dedi genç adam.
Ay ışığının aksi vuruyor aynaya ve Nihan yüzünde açılan kapıları bir bir kapatıyor. Yaşadığı hiçlik duygusundan sıyrılıp yüzleşiyor kendisiyle.
“Artık yaşadığın boşluğu dolduracak bir ses var,” diyor aynadaki yüze.
“Boşluğumu dolduran tanıdık bir ses.”