Kategori: YAZARLAR

YAZARLAR

Yazı: İsa Gül Bir yayınevine girip raflarda dizili olan kitaplarla göz göze geldiğimizde, geçmişin kokularını tattığımız sahaflarda sergilerdeki kitaplarla birbirimize bakıştığımızda,  yüzlerce kitabı bir arada görme imkânını bulduğumuz kitap fuarına dalıp stantları tek tek gezdiğimizde;  bazı kitapların göz kıpmasıyla karşılaşmışızdır. Büyülü dünyasında nefeslenmeyi ister istemez benimsemişizdir. “Benim dünyama dalmalısın, satırlarımda dolaşmalısın” gibi seslenmelerini duymuşuzdur. İç sesimiz de, “almalısın, okumalısın, üzmemelisin, dinlemelisin” gibi sessiz teşviklerde bulunmuştur.    Kitabı almadan geçip gidersiniz. Diğer kitaplarla konuşur, dertleşir, elinize alır sayfalarında…

Yazı: Mustafa Everdi (Ah Jüpiter, bizi yaratmakla ne soğuk bir şaka yapmışsın!) “Kadın-erkek yüzlerce insan tanıdım. Bunların içinde hislerini açanların hepsi benden bedbahttı. Sıradan olmayan kadın, monstre’dur (canavar). Bedbaht olur ve bedbaht eder. Her insanda birkaç insan vardır. Hâdiselere, sosyal çevreye, karşındakine göre birisi şekillenir, ötekiler müsvedde kalır; solar ve kurur. Birisi için melaikedir, birisi için şeytandır aynı insan. Karşımızdaki şekillendirir bizi.” C. Meriç Sevda Deniz K. Sana Anlatacaklarım Var, 3. Öykü kitabında kendini ve Türkiye hikâye…

Görkem’in okul çantasından cüzdanını çıkarırken keyfi yerindeydi. İçinde para yoktu ama birazdan olacaktı. Babasıyla birlikte buldukları gizli yerdeydi. Apartmanın arka bahçesinde etrafı taşlarla çevrili bir çam ağacı vardı. Arka taraftaki taşı kaldırınca küçük bir oyuğun içine babası bir poşete sardığı parayı her gün bırakıyordu. Ayakaltı bir yer olmadığı için baba oğul için güvenliydi. Neden böyle gizli iş yaptıklarını da yalnızca annesi bilirdi. İki odalı küçük evlerinde kendilerine ait özel bir alanları yoktu. Babaanne ve dedesiyle birlikte yaşıyorlardı.…

Şimdi bir ağacın altında oturmuş onu düşünürken buluyorum kendimi. Uzun saçları özenle taranmış ve arkadan sıkıca bağlı. Sanki bir tel saçı serbest kalsa onun o kusursuz görünümünü bozacakmış gibi. Her şey bir düzenin içinde olmalıydı ona göre. Dağılsın istemezdi ne eşyaları ne de duyguları. Üniversitedeki en yakışıklı gençlerden biri olmasına rağmen bunun farkında değildi ya da umursamıyordu. Hayranlık dolu bakışlar, yanında görünmek için etrafında dolaşan kızlar vardı. Onlara da aldırdığı yoktu. Aklı fikri kitap okumak ve dersleriydi.…

Öykü: Sevda Deniz K. Ben de vardım. İlk sesi yakaza hâlinde, yatağında sağa sola dönerken duydu. Yastığından anlamsız sesler geliyordu. Pa pa pa pa pa pam pam pa paaaaaa paaaaaam pa pa… Aldırmadı. Uyku ile uyanıklık arasında duymuştu. Tekrar derin bir uykuya daldı. Uyandığında ne sesi ne de rüyalarını hatırladı. Her zaman yaptığı gibi penceresini açtı. Gökyüzüne bakarak içine derin bir nefes çekti. Fıııııııııuuuuuuuuuuu fııııııııııııuuuuuuuf  fuuuuuuuuuuıııııııııv… Islığa benzeyen uğultuyu duyunca, sabahın köründe duyduğu sesi hatırladı. “Tövbe, tövbe!…

Öykü: Sevda DENİZ K. Mutfağın ortasında elinde bıçakla niye durduğunu bilmiyordu. İçi boşalmıştı sanki. Bir dakika öncesi yoktu. Hatırlamıyordu. Gözü masaya ilişti. Maydanozlar beyaz porselen tabakta, çay ince belli bardakta, zeytin, peynir ve çeşitli kahvaltılıklar el sürülmemiş olarak kahvaltı sofrasında öylece duruyordu. Dizleri titriyordu. Omuzlarında ve ellerinde başlayan bir uyuşma bütün vücudunu sarmaya başlayınca en yakınındaki sandalyeye çöker gibi oturdu. Bıçağı masanın üzerine bıraktı. Başı ellerinin arasında bir süre öylece kaldı. Derin bir uykudan uyanır gibi ani…

Öykü: Sevda Deniz K. Yağmuru cebime doldurdum. Ağırlık yapmasın diye de üstüne gözyaşımı eklemedim. Ardından bir sandığa kilitledim bütün cümleleri, sesleri… Bir de küçük renkli taşlara işlediğim fısıltılar vardı, peşimi bırakmayan. Kimin canını yaktığını düşünmeden nereye olursa savurdum o taşları. Geride bıraktıklarımı da yaşlı bir kadının anlatacağı hikâyelere emanet ettikten sonra hazırdım artık. Serçelerin ayak izlerini takip etmeye başladım. O kadar hafifledim ki… Arada kuşların kanatlarını da alarak mavinin, yeşilin, morun her tonuna -gökkuşağının içine- karıştım. Yolculuğa…

Söyleşen: Hatice Ebrar AKBULUT HE-“Öykünün içimde iyice yoğunlaşmasını bekler, yazmaya öyle koyulurum.” “Öykü yazmak için küçük notlar alırım, sonra bunların toplamından bir öykü çıkar.” “Uzun uzun yürüyüşler yapar, kendimi masaya oturmaya ikna ederim. İkna olduğumda öykü gelir, kendini yazdırır.” Bu cümleler, öykünün konuşulduğu mekânlardan zihnimde kalanlardan bazıları. Bu cümlelerin türevleri sizde de vardır. Bahseder misiniz biraz? RS- O cümlelerin hemen hemen aynısını bizimle yapılan başka bir söyleşide ifade etmiştik (1) Doğrudur, bende de oluyor bunlar. Öykü yazmak için…

Recep Seyhan – Zongo’nun Değirmeni’nden “Dalında olgunlaşıp kuruyan, kurda kuşa yem olmaya hazır bir meyve gibiyim şimdi. Yüksek yüksek yaylalardan kesildim, gecesi aydınlık şehire gitmekten kesildim, araziye gitmekten kesildim. Ahır bile bana kapısını kapadı. Dünya; ovasıyla, yaylasıyla, toprağıyla beni terk etmeye başladı. İyisi mi toprak beni bırakmadan onu dönüştüreyim.”(…) Zongo’nun bunları böyle içinde dokuyup durduğu bir mart ayının sonlarıydı.Bu gelişme üzerine konu komşu ile dayanışarak kirli beyaz taşı kağnılarla getirtti köye.Günlerce işledi o taşı kapı önünde.Taş son…

Öykü: Recep Seyhan (…) Orta yerde derin bir sessizlik vardı. O sırada, bütün bir köye; evlerin saçaklarına, avlu girişlerine, kapı eşiklerine, köy içindeki tozlu yollara, hayvan eğreklerine, asırlık dut ağaçlarının dallarına, tavuk pinekliklerine, seren böğürlerine, samanlık diplerine katmanlı kavisler çizerek yayılan o sessizliğin tanımsız sesini herkes duydu. İşini aşını bırakıp aynı amaçla oraya toplanan kavruk yüzlü insanlar, o irkiltici sesin icra ettiği bir münzevi dinletiye kulak kesilmiş gibiydi. Gerilmiş bir sessizliğin sarkacında asılı kalmış bir yürek burkacıydı…